Astral seyahat denilen hadiseyi ruh beden ilişkisi uyku ve rüyalar bağlamında değerlendirmek gerekir. Kadim insanlık tarihinden beri ruh beden ilişkisi, insanın uykuda durumu ve rüyalar bütün felsefi, dini akımların konusu olmuştur. Ancak henüz bu ilişkinin mahiyeti hakkında pozitif verilere dayalı olarak kesin bir yargıya varılamamıştır. Kur'an-ı kerimde de İsra suresi 85. ayette "Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: �Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.� buyurularak bu konunun tam anlamıyla kavranamayacağına işaret edilmiştir.
İnsan şuurunun fiziki bedeninin dışına yansıması ya da diğer bir tanımla, şuurluluk alanının genişleyerek beden dışına taşma olayı olarak isimlendirilen "Astral Seyahat" veya "Şuur Projeksiyonu" ise ruh beden ilişkisine bağlı olarak bütün felsefi ve tasavvufi-mistik akımların önemli bir konusudur. Bu hususu Hz. Peygamber'in isra ve miraç hadisesi bağlamında da değerlendirmek mümkündür. Hz. Peygamberin bu olayı bedenen mi yoksa ruhen mi ya da rüya da mı yaşadığı konusunda farklı rivayetler söz konusudur. Bu durum ruhun bedenden ayrılıp ötelere gitmesi konusunda kesin bir şey söyleyemeyeceğimiz anlamına gelir. Yine Kur'an'da zümer suresi 42. ayette şöyle buyurulur: " Allah (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır." Bu ayet astral seyahatin uykuyla ilgili bir hadise olduğuna işaret eder. Bununla birlikte uyku ölüme benzetildiğinden uyku halinde sorumluluk düşer. Rüyada görülenlere bağlı olarak amel edilmez. Dolayısıyla ruh beden ilişkisi ya da insanın manen seyahat etmesi mistik gizemini her zaman korumuştur. Bu bağlamda söylenenlere itibar edilmesi doğru olmadığı gibi hayatımızı aklımızı kullanarak kainattaki sebep sonuç ilişkisine göre yaşamak Kur�an�dan ve Hz. Peygamber�in uygulamalarından çıkarılacak hükümdür. Zira İslam dininde esas olan şuurluluk halidir, bu ise ancak ruh beden birlikteliği ile mümkün olur. Sorumluluk da buna bağlıdır.
Astral seyahat gibi parapsikolojik olaylara İslam dinince dini bir değer atfetmek doğru olmaz. Bir kimseden sadır olabilecek olağan dışı hadiselerin dini anlamda bir bağlayıcılığı yoktur. Zira bu olaylar görünmeyen alemle de ilgili olup İslam dinine göre o alem hakkındaki gaybi bilgiler ancak ilahi vahiyle bilinir. Hz. Peygamber�in tebliğ ettiklerinden ibarettir. Bununla beraber insan psişik yapısının ve parapsikolojık olayların ilmi çalışmalara konu edilmesinde bir mahzur yoktur. Zaten İslam alimleri, Müslüman filozof ve mutasavvıflar da bu konularda çalışmışlardır. Bütün bu bilgilerin dökümü ve değerlendirilmesi ise hayli ciddi ve zaman alacak bir iştir. Ancak bu konularada bir müslümanın takınması gerektiği tavır hakkında şunu söyleyebiliriz:
Bilindiği gibi son Peygamber Hz. Muhammed vasıtasıyla insanlığa gönderilen son ve mükemmel ilahi kitap Kur'an-ı Kerim, insanı yaratan ve yaratılan ilişkisine ve mutlak yaratıcı olan Allah'ı tevhîd etmeye (birlemeye), bu iman ve eylemdeki amacı kavramaya çağırmıştır. İnsan, hakikatin bilgisini metafizik olanla ilişki kurmaya çalışmakla değil, Hz. Peygamber tarafından insanlığa tebliğ edilen mesaja kulak vermek suretiyle elde etmeye çalışmalıdır. Çünkü insanın kabiliyet ve melekeleri eşyanın hakikatini ve fizik ötesi alemi tam anlamıyla idrak etmeye müsait değildir. Bu bakımdan insana düşen öncelikle kendini ve içinde yaşadığı kainatı anlamaya yönelik olmalıdır. Yani insan ilmi araştırmaya konu olarak enfüsî (kendisindeki) ve afakî (evrendeki) delillere müracaat etmelidir. İşte bu bağlamda insanın yaratılışından da getirdiği tecessüsle kendi varlığı ve kainat üzerinde araştırmaya yönelmesi ilahi iradenin de arzu ettiği bir husustur. Buna bağlı olarak ahlaki sorumluluk çerçevesinde her türlü ilmi araştırmayı Kur'an tavsiye eder. Ancak ilahi irade kainatta sünnetullah diye nitelendirdiği Allah'ın koyduğu yasaları gözeterek insana bu araştırmasını yaparken takip edebileceği bir yöntem önermiştir. Bu da insanın kendi bilgisi, yetkinliği ve sorumluluk alanıyla sınırlı olmalıdır; yani gayb aleminden ziyade müşahede alemine yönelik olmalıdır. Çünkü gaybı Allah'tan başkası bilmez; ancak seçmiş olduğu peygamberleri vasıtasıyla gayb alemine dair bazı bilgiler insanlığa ulaştırılmıştır (Bakınız Cin Suresi: 25-28.ayetler).
İslam Dinine göre insan geleceği bilemez, gelecekten haber veremez; ancak bilimsel veriler ve olaylardan yola çıkarak gelecek hakkında tahmin yürütülebilir ve bu veriler ışığında tedbir alabilir. Bu bağlamda İlm-i Nücüm da denilen Astronomi ilminin İslam İlimleri arasında önemli bir yeri vardır. Ancak İslam Dini açısından astroloji ilmi, olandan hareketle olması gereken üzerinde durmalıdır; yoksa kahinlik yapmak yoluyla insanların ve dünyanın geleceği (kaderi) hakkında konuşup hüküm vermek değil. Zaten medyum ve kahinler veya falcılık yoluyla gelecek hakkında akıl yürütüp tahminde bulunmayı İslam Dini reddeder. Müslüman bir kimse medyumlara, fala ve kahinlere itibar etmemelidir. İslam Dini insana akıl ve iradesini kullanarak sebep sonuç ilişkisine göre hareket etmenin en doğru davranış şekli olduğunu bildirir. Mesele insanın insana ve insanın eşyaya veya diğer varlıklara tahakkümü ve tasarrufu bakımından değerlendirildiğinde; bu konu dini olmaktan ziyade insana has olgusal bir hadisedir. İnsanın yaratılıştan getirdiği kabiliyetlerini geliştirerek bir başkasına yada eşyaya etki etmesi ve onu tasarrufu altına alması olası görünmekle birlikte, etki altında olan bir insan iman ve irade gücüyle bu etkilenmeden kurtulabilir. İnsanlık tarihi içerisinde ve günümüzde de bu türden hadiselere rastlanmaktadır.
Ancak meseleyi İslam dini açısından değerlendirecek olursak bu tür eylemlerde maksat ve niyetin ne olduğu önemlidir. Eğer bununla insanlara korku salmak, inanç, irade ve kanaatleri etkilemek veya varlığın doğal seyrine müdahale etmek hedefleniyorsa, İslam dini böyle bir davranışı kabul etmez ve insanların bu tür eylemlerden uzak durmasını emreder.
Meseleye Parapsikoloji İlmi açısından bakacak olursak, İslam dini sırf bilimsel saiklerle işin özünü kavramaya matuf çalışmaları uygun görür. Eğer böyle bir astral seyahat'le insanlığa hizmet ve bilimsel gelişmelere katkı sağlanacaksa, İslam öğretisinin ön gördüğü ahlaki ilkeler çerçevesinde, müslümanların da bundan geri kalmaması gerekir.
Ayrıca insan, özü itibariyle duygusal ve her türlü hissi etkiye açık bir varlıktır. İnsanlar arasında konuşma her ne kadar iletişimde temel yöntem olsa da insanların duygu ve his yoluyla iletişim kurabildikleri de bir olgudur. Müslüman ilahiyat alimleri de bunu kabul ederler. Ancak dikkat çekilmesi gerekir ki insanların psikolojik yönü ve insanlar arasındaki duygusal bağlılıktan kaynaklanan olaylar zincirini, his ve ön sezilere göre hareket edip karar vermekten ayırmak gerekir. İslam dini insanın deyişken psikolojik yapısını da göz önüne alarak böyle bir astral seyahat'in etkisinde kalıp hisleriyle, ön sezgileriyle ve rüyasıyla amel etmesini uygun görmemiştir. Çünkü Müslümanlık'da esas olan iradî harekettir. Sorumluluk ve ahlakilik de iradi hareketle anlam kazanır. Bu bakımdan kalbe doğan veya akla gelen fikirler test edilmelidir. Yani kalbimize doğan düşüncenin rahmanî (doğru) mi, yoksa şeytanî (yanlış) mi olduğunu İslam'ın temel ilkelerine göre test edip ona göre hareket etmek gerekir.
0 yorum:
Yorum Gönder